Zimbardo’nun Stanford hapishane deneyinden esinlenerek çekilen Das Experiment, insan doğasının korkunç taraflarını anlatan Alman yapımlı izlemeye değer distopya yapımları arasında. 4000 Mark katılım ödülüyle deneye gönüllü olan öğrencilerin yarısı konulan kurallara uymakla sorumlu mahkum, diğer yarısı ise mahkumların kurallara uyup uymadığını kontrol etmekle sorumlu gardiyan olarak ayrılır. Başlarda verilen basit talimatlar sorunsuz uygulanırken zamanla işler çığrından çıkar ve bizi insan doğasının en basit deney kurgusunda bile zorbalaşacağını gösteren bir kurguya evrilir. Fatih Akın filmlerinden de hatırlayacağınız Moritz Bleibtreu’nun müthiş oyuncuğuna da tanık olduğumuz film, gerilimi yükselten başarılı soundtrackleri beğenileri topluyor. 2002’de Türkiye’de vizyona giren film Türk seyircisinin takdirini toplayıp İstanbul Film Festival’inde seyirci özel ödülüne layık bulunuyor.
Film Önerisi: 400 Darbe(1959)
Fransız yeni dalga sinemasının ve ünlü yönetmen Truffaut’ın ilk uzun metraj filmi olan 400 Darbe, hayatı boyunca ailesi ve öğretmenleri tarafından ”istenmeyen çocuk” olmayı hisseden 14 yaşındaki Antoine’nın aykırılığını ve sisteme başkaldırısını anlatan bir başyapıt. Film ele avuca sığmaz Antoine ve arkadaşı Rene’nin şefkat ve ilgiden yoksun ailelerini, tek amacı otoriteyle boyun eğdirmeyi amaçlayan eğitim sistemini ve onları ıslah etmenin aksine iyice kriminalize eden bir çocuk infaz sistemini sertçe eleştiriyor. Öyle ki film bitince bir çocuğa karşı nasıl ebeveyn, öğretmen ve infaz görevlisi olunmazı.öğreniyorsunuz ki bu yönüyle pedagojik öğretilere sahip. Ayrıca hikayeyi takip ederken Fransızca’da benzer şekilde telaffuz edilen ”anne” ve ”deniz” kavramlarının simgesel olarak nasıl ilişkilendirildiğine dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Film Tanıtımı: Mutlu Lazzaro(2018)
İnsan olsa yanağını sıkacağımız, içimizi ısıtan bir film olan Mutlu Lazzarro; köyde din destekli İtalyan feodalitesi, şehirde ise uyanık insanlar tarafından sömürülen bir grup cahil köylünün sefil hayatı üzerinden toplumsal sömürü sistemini ve dinin bu sömürü düzeni içindeki yerini cesurca anlatan bir sanat eseri. Cannes’da en iyi senaryo ödülü kazanan filmde anlatıyı, saf denecek kadar temiz kalpli ana kahraman Lazzaro’nun bir uçurumdan düşmesiyle ikiye ayırabiliriz. İlk bölümde tıpkı Türkiye’nin 50’lerinde olduğu gibi bir ağalık sisteminin altında maraba olarak çalışan bir ailenin ferdi olan Lazzarro’yu ve ailesinin içinde bulunduğu sefaletini tanıyoruz. Bağlı oldukları Markiz’in şımarık ve aykırı torununun ailesindeki bireylerle ve zorla suç ortağı yaptığı Lazzaro ile girdikleri diyaloglar bize feodal yapının dinamiklerini göz önüne çıkarıyor. İkinci parçada ise sömürülen köylülerin devlet eliyle köylerinden çıkarılıp şehire zorunlu göçlerine tanık oluyoruz. Okuma yazma bile bilmeyen bu köylülerin şehre göçü bir umdukları gibi mutluluk getirmediğini görüyoruz. Hikaye her ne kadar dramatik bir anlatıya sahip olsa da yer yer başvurulan durum komedisiyle yüzleri güldürmeyi başarıyor. Art house ve konvansiyonel sinema arasında kapan film hem estetik hem de içerik açısından sizi mutlu edeceğine eminim.
Bir Başka NBC Klasiği: Ahlat Ağacı İncelemesi
Nuri Bilge Ceylan’ın Tarkovski’leşmeye bir adım daha yaklaştığı son filmi Ahlat Ağacı(2018) filmini erteleye erteleye nihayet 1 sene sonra ancak izleyebildim. Gençlik heyecanımla sıcağı sıcağına yorumlarımı yazmaktan kendimi alıkoyamadım. Bu yazıda detaylı bir film ve yazar incelemesi yapmaktan ziyade filmin bana ilk hissettirdiklerini paylaşacağım.
Tıpkı Sinan(Doğu Demirkol) gibi en sonda söylenmesi gerekeni en başta söylemiş olayım. Neredeyse şimdiye kadar kadar çektiği tüm kısa ve uzun metrajlı filmleri ile Cannes’da belki gereğinden fazla onure edilen NBC’nin, bariz teknik hatalar nedeniyle eleştirildiği bu filmine müthiş diyalogları sayesinde hayran kaldım. Birazdan okuyacağınız yazıda bu düşüncemin sebeplerinden bahsedeceğim.
Okumaya devam etEtkili Zaman Yönetimi için Eissenhower Matrisi ile Tanışın!
Modern insan kendinden beklenen onlarca sorumluluk, zaman tuzağı haline dönüşen sosyal medya uygulamaları ile artık hiçbir şeye yetişemiyorumlardan muzdarip. Bu yazıda sizlerle aynı sorunla başa çıkmak için zaman yönetimi üzerine okumalarım ve araştırmalarım üzerine aldığım notları harmanlayıp iş ve özel hayatınızda uygulanması oldukça basit bir önceliklendirme matrisinden bahsedeceğim. Ayrıca aralara zaman yönetimi ve hedef koymak için bazı sürpriz taktikler ve stratejiler de serpiştireceğim. Haydi başlayalım!
Okumaya devam etZıt Kavramların Sinerjisi: Oksimoron ”Erkek Aklı”
Bu bir uyarıdır! Çiçeği burnunda flörtünü götürecek bir etkinlik arıyorsan veya ilişkindeki buzları bir komedi oyunu ile eritmek istiyorsan bu oyun senlik değil ve yerinde olsam bu tanıtım yazısını okumazdım. Alimallah özenirsin, gaza gelir götürürsün… Bu oyun yuva yıkar. Sonra demedi deme!
Bu oyun yalnızlığının sebebini anlamak isteyenlerin veya her şey yolunda giderken niye beni terk etti ki diyenlerin…
Okumaya devam etAcı neydi? Acı fırsattı…
Sultan bize Yeşilçam’ın klasikleşen Selvi Boylum Al Yazmalım(1977, IMDb: 8,7) filminde sevgiyi sorgulattı. Evet, sevgi iyilikti, dostluktu… Sevgi emekti. Sevdik, sevildik ve bu hisler bizi sihirli hormon kokteylini (seretonin+oksitosin+dopamin) salgılatarak mutlu etti. Ne yazık ki hayat bize her daim mutluluk vaat etmiyor. Bazen elinin tersiyle yüzümüze aldatılmayı, hayal kırıklığını, değersizliği, terk edilişi vuruyor. Sevdiği gibi dövüyor. Sevginin halefi olan bu anlarda içimizde sadece bize has, tarifi mümkün olmayan acılar duyuyoruz. İşte bu kısa yazı acının yazısı…
Okumaya devam etSaygın Tıp Merkezi Doğumlu Çalışanlar* Aranıyor!
*(İlgi ve deneyim tercih sebebi değildir.)
Spoiler içermeyen İnceden Distopya yazı serisinin ikinci içeriğiyle, Andrew Niccol’un biyoteknoloji distopyasının referans noktası haline getirdiği Gattaca(1997) filminden esinlenerek oluşturduğum içerikle yeniden karşındayım.
Bu yazıda seni;
- Filmin mesajıyla bugünü bağdaştırarak oluşturduğum kurmaca hikayem,
- Kurmaca hikayeden kıssadan hisselerim ve
- Çıkarımlarımı içeren bir reçete bekliyor.
Hazırsan seni distopik kurguma davet etmek istiyorum!
Dünyanın beyaz yakalıları, takipleşin!
Okumaya devam etKitapları Yok Etmek İçin Artık Fahrenheit 451’e İhtiyacımız Yok!
Spoiler içermeyen İnceden Distopya yazı serisinin ilk yazısında, Ray Bradbury’nin kültleşen klasiği Fahrenheit 451(1953) kitabından esinlenerek oluşturduğum içerikle karşındayım. Bu serinin beni bir önceki etimoloji serisinden daha fazla heyecanlandırıyor olmasının üç temel sebebi var. Öncelikle konu oldukça eğlenceli olduğu için hevesli bir içerik üreticisi tarafından hazırlanmış keyifli içerikler bulacaksın. Bu yazı serisinde distopik temalara sahip kitap, film ve dizilerden esinlenerek günümüz gerçekleri ile bağdaşan hibrit hikayeler oluşturup, bu kurmaca hikayelerden kıssadan hisse yapacağız. İkinci sebep distopya, etimoloji’nin niş bir kitlesine karşın daha geniş bir kitleye hitap ediyor. Konu yaratıcılığa daha açık ve hedef kitlesi daha büyük olduğu için kıssadan hisseler bölümünde çıkaracağım reçetelere katılman halinde onları birlikte geliştirebiliriz. Üstteki iki konudan bağımsız olarak beni en çok heyecanlandıran sebebi sona bıraktım… Bu yazı serisini seslendirip hazırlayacağım podcastlerle birlikte içeriklerimi ilk defa iki duyuna birden sunmuş olacağım. Podcastlerime Spotify, YouTube ve Soundcloud üzerinden erişebilirsin. (podcast hazır olunca hyperlink iliştireceğim)
Hazırsan yazının konusuna geçmeden önce seni kurmaca bir distopik hikayeye davet etmek istiyorum.
Türkiye’nin Gorki’sine Selam Olsun! Bir Sabahattin Ali İncelemesi
Ölümünün 70.yılında kitaplarının telifi ile gündeme gelen Sabahattin Ali aslında kimdi diye arşivimden evladiyelik bir inceleme çıkarıp paylaşmak istedim. Sabahattin Ali’yi magazinsiz olarak tanımak isteyenler için faydalı olacağına inanıyorum. O halde buyrun…
Sabahattin Ali Kimdir?
Türk edebiyatının en önemli toplumcu gerçekçi yazarlarından biri olan Sabahattin Ali Şubat 1907’de Edirne Vilayeti’nin Gümülcine Sancağı’nda dünyaya gelmiştir. Piyade yüzbaşısı olan babasının görev yerinin sürekli değişmesinden ötürü ilköğretimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamlayıp yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okuluna girer ve 1926 yılında İstanbul Öğretmen Okulundan mezun olur. Bir yıl Yozgat’ta öğretmenlik yapan Ali, milli eğitimin açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gitme şansı bulur. Almanya’da geçirdiği iki yılın ardından sonra yurda dönen yazar Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapmaya devam eder. Konya’da öğretmenlik yaparken arkadaş arasında Atatürk’ü yeren şiir söylediği iddasıyla gözaltına alınan Ali bir yıl hapise mahkum edilmiş ve ve cezasını çekmesi için Tarihi Sinop Cezaevine gönderilmiştir. Sinop cezaevi yılları Ali’nin şaire yönünün ortaya çıkması adına önemli bir dönüm noktasıdır.
‘’Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül aldırma
Ağladığım duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
(…)’’ Okumaya devam et